Hukuk davalarında “ispat yükü” meselesi, usul hukukunun mihenk taşlarından biridir. Özellikle menfi tespit davalarında bu yükün hangi tarafa ait olduğu kadar, tarafların davanın seyri içinde sergilediği davranış biçimi de sonucu doğrudan etkileyebilir.
2025 yılında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (E. 2024/11-121, K. 2025/390) verdiği çarpıcı karar, yalnızca menfi tespit davalarına değil, aynı zamanda ıslah yoluyla yapılmaya çalışılan “taktiğe dayalı manevralara” karşı da önemli içtihat niteliği taşımaktadır. Bu yazımızda, kararın özünü, ispat yükünün hangi durumda yer değiştireceğini ve tarafların çelişkili beyanlarla hak arama özgürlüğünü kötüye kullanamayacaklarını inceleyeceğiz.
Genel ilke uyarınca, menfi tespit davasında alacaklı olduğunu iddia eden kişi, alacağın dayanağı olan hukuki ilişkinin varlığını ispatla yükümlüdür. Yani borç ilişkisini ileri süren davalı taraf, borcun varlığını ortaya koymalıdır.
Ancak TMK m.6 ve HMK m.190’da düzenlenen klasik ispat kuralları uyarınca, borçlu taraf bu hukuki ilişkiyi ikrar eder ve kendi lehine yeni bir hukuki neden ileri sürerse, ispat yükü yer değiştirir. Bu, “yeni vakıa ileri süren ispat yükünü üstlenir” kuralıdır.
Karara konu olayda, borçlu sıfatındaki davacı taraf, davalı şirketin düzenlediği senetlerin ticari ilişkiye dayandığını önce inkâr etmiş, ancak sonrasında senetlerin bir protokole dayandığını iddia ederek ıslah dilekçesi vermiştir.
HGK, bu davranışı çelişkili beyan olarak değerlendirmiştir:
"Davacı taraf ilk savunmasında senetlerin sebepsiz olduğunu, davalı ile hiçbir ilişkisinin bulunmadığını söylemiş; daha sonra ıslah yoluyla protokol ileri sürerek yeni bir vakıaya dayandırmış; böylece ispat yükünü karşı tarafa yıkmak istemiştir. Bu durum çelişkili davranma yasağına aykırıdır ve dürüstlük kuralını ihlal eder."
HGK, HMK m.29 ve m.30’a atıf yaparak tarafların yalnızca kendi lehlerine olan olayları değil, davanın seyrine etkili olabilecek tüm olayları gerçeğe uygun şekilde beyan etme yükümlülüğü bulunduğunu vurgulamıştır.
“Taraflar yargılama sırasında dürüstlük kuralına aykırı davranamaz, önce bir şeyi inkâr edip sonra onu savunmanın dayanağı hâline getiremez.”
Islah, çelişkili davranışın örtüsü olamaz. Bir taraf, davanın başında inkâr ettiği olguları sonradan savunmasına temel yapamaz.
İkrar ve ispat yükü ilişkisi hassasiyetle izlenmelidir. Borçlu taraf borcu ikrar eder ve farklı bir gerekçe ileri sürerse artık ispat yükü ona geçer.
Usulî dürüstlük, maddî hak kadar önemlidir. Dava sürecinde davranışlar ve beyanlar bir bütünlük içinde olmalı; strateji uğruna gerçeğe aykırı yönlendirmeler yapılmamalıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararı, özellikle menfi tespit davalarında tarafların dava sürecini taktiksel manipülasyonlarla yönlendirme çabasının hukuk düzenince korunamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Islah müessesesi, davayı oyun tahtasına çevirmenin aracı değil; gerçekten bir usul hatasının düzeltilmesine veya davanın netleştirilmesine yönelik olmalıdır.
Bu karar, hukukçulara ve vatandaşlara şunu hatırlatıyor:
“Dürüstlük kuralı, yalnızca davranışlara değil, dile getirilen sözlere de sinmiş bir anayasal ilkedir. Bir taraf aynı senet için önce ‘borç yok’ deyip sonra ‘ama şu gerekçeyle doğdu’ diyemez.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2024/11-121
Karar No: 2025/390
Karar Tarihi: 25.06.2025
Konu: Menfi tespit davasında çelişkili davranış yasağı, ispat yükünün ıslahla karşı tarafa kaydırılamayacağı.
İçtihada buradan ulaşabilirsiniz!