SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) ile
anlaşmalı eczane, optik ve özel hastane gibi sağlık hizmet sunucularının
karıştığı ceza davaları son yıllarda kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. Bu
davalarda zimmet, dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik
suçlamaları öne çıkmaktadır. Hem vatandaşların hem de hukukçuların doğru
bilgilendirilmesi amacıyla bu yazıda, söz konusu suçların hukuki çerçevesi,
uygulamada karşılaşılan tipik durumlar ve Yargıtay içtihatlarının
ışığında temel ilkeler ele alınacaktır. Anlatım dili, hukuki ve resmi olmakla
birlikte kamuoyunu aydınlatıcı şekilde sade tutulmaya çalışılmıştır.
Zimmet suçu Türk Ceza Kanunu (TCK) md. 247’de
düzenlenmiştir ve yalnızca kamu görevlileri tarafından işlenebilen bir
suç tipidir[1]. Kanun maddesine göre, kamu görevlisinin görevi gereği koruma ve
gözetimi altına verilen ya da zilyetliği devredilen malı kendisi veya başkası
yararına mal edinmesi zimmet suçunu oluşturur. Dolayısıyla zimmet suçunun
faili, mutlaka bir kamu görevlisi olmalıdır[1]. Kamu görevlisi olmayan bir kişinin, örneğin serbest eczacı veya özel
hastane yöneticisinin, SGK’ya ait parayı zimmetine geçirmesi hukuken mümkün
değildir. Bu gibi kişiler kamu personeli olmadığından, üzerlerine atılı
zimmet suçu oluşmayacak, fiiller başka suç tipleri kapsamında
değerlendirilecektir. Nitekim yüksek yargı kararlarında da, görevi nedeniyle
kendisine emanet edilmiş kamu malını almayan kişinin zimmetten sorumlu
tutulamayacağı belirtilmiştir. Böyle bir durumda fiil, şartları varsa
dolandırıcılık ya da görevi kötüye kullanma gibi başka suçlara vücut verebilir[2].
SGK ile sözleşmeli çalışan eczacı, optisyen veya özel hastane
yöneticileri, SGK’nın personeli değildir ve memur statüsünde sayılmazlar.
Bu yüzden, SGK ile mali ilişkilerinde usulsüzlük yapsalar bile “zimmet” suçunu
işlemeleri teknik olarak mümkün değildir. Uygulamada savcılıklar bazen
yanılgıyla bu kişilere zimmet suçlaması yönelttiyse de, yargılama aşamasında
suç vasfı genellikle nitelikli dolandırıcılık olarak düzeltilmektedir.
Sonuç olarak, SGK’ya yönelik usulsüzlük iddialarında zimmet suçu, ancak
SGK çalışanı gibi gerçek kamu görevlileri açısından gündeme gelebilir. Örneğin,
bir SGK denetmeninin ya da kurum görevlisinin kuruma ait paraları zimmetine
geçirmesi halinde zimmet suçu oluşabilecektir. Buna karşılık anlaşmalı sağlık
hizmet sunucuları bakımından esas tartışma, aşağıda ele alınacak dolandırıcılık
ve sahtecilik suçları çerçevesinde yapılmalıdır.
Kamu kurumlarına yönelik hileli fiiller, Türk Ceza Kanunu’nda nitelikli
dolandırıcılık kapsamında ağır şekilde cezalandırılmaktadır. TCK md.158/1-e
bendine göre, dolandırıcılık suçunun “kamu kurum ve kuruluşlarının zararına”
işlenmesi, temel şekle göre daha yüksek ceza gerektiren nitelikli haldir[3][4]. Bu düzenleme, SGK gibi kamu tüzel kişiliğine sahip kurumları korumayı
hedefler. Yargıtay’ın da belirttiği üzere, üniversiteler, belediyeler gibi
kurumlar yanında Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) da kamu kurumu
sayıldığından, SGK’ya karşı işlenen hileli fiiller bu kapsamda değerlendirilir[4]. Kanun gereği bu suçu işleyenler hakkında alt sınırı 4 yıl olan
hapis cezası ve suçtan elde edilen menfaatin en az iki katı adli para cezası
öngörülmüştür[3]. Bu ceza yaptırımı, SGK’nın finansmanını hedef alan usulsüzlüklere
karşı caydırıcılık sağlamak amacıyla ağırlaştırılmıştır.
Dolandırıcılık suçu, basit anlamda bir kimseyi
aldatıcı hareketlerle yanıltıp kendisine veya bir başkasına haksız çıkar
sağlamaktır. SGK ile sözleşmeli sağlık hizmet sunucuları bağlamında, kamu
kurumunu zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen farklı dolandırıcılık
yöntemleri görülmektedir. Uygulamada karşılaşılan bazı tipik usulsüzlükler
şunlardır:
Yukarıdaki senaryoların ortak noktası, SGK’nın maddi zarara
uğratılmasıdır. Bu nedenle savcılık makamı çoğunlukla TCK 158/1-e kapsamında
nitelikli dolandırıcılık suçundan iddianame düzenlemektedir. Ancak burada
kritik olan, kastın ve fiilin ispatıdır. Sanık konumundaki eczacı veya
hastane yetkilisinin gerçekten hileli bir düzen içinde yer aldığının, yani suça
iştirak ettiğinin her türlü şüpheden uzak delillerle ortaya konulması
gerekir. Aksi halde, sadece idari tespitlere dayanarak cezai sorumluluk doğmaz.
Bir eczacının, eline gelen reçete ve raporun sahte olabileceğini bilmeden ilacı
vermesi halinde ortada hileli davranışla kandırma kastı yoktur. Bu durumda ceza
hukukunun temel prensibi olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereği sanığın
beraatine karar verilmesi gerekir.
Dolandırıcılık suçlamalarının yanında, SGK bağlantılı ceza davalarında
sıkça rastlanan bir diğer suçlama resmi belgede sahtecilik suçudur (TCK
md.204). Bu suç, kamu güvenine karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş olup bir
belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, değiştirilmesi veya kullanılması
halleriyle oluşur. Sağlık sektöründe SGK’yı ilgilendiren sahtecilik iddiaları
genellikle şunları kapsar: sahte reçete, sahte rapor veya resmi
belge hükmündeki evrakta tahrifat.
Örneğin, SGK’ya ibraz edilen ilaç kullanım raporunun baştan sona
uydurma olduğu ortaya çıkarsa veya e-reçete sistemine gerçeğe aykırı veri
girildiği tespit edilirse, bu fiiller resmi belgeyi sahte olarak düzenleme
veya bilişim sistemini kullanarak sahte veri üretme kapsamında
değerlendirilebilir. Eğer sahte rapor veya reçete, bir kamu görevlisi
(örn. devlet hastanesinde görevli doktor) tarafından düzenlenmişse, TCK 204/2
anlamında kamu görevlisinin resmi evrakta sahteciliği suçu oluşur ve
cezası daha da ağırdır. Buna karşılık, kamu görevlisi olmayan bir kişi (örn.
özel hastane doktoru veya eczane çalışanı) sahte bir reçete veya rapor
hazırlarsa, belge niteliğine göre özel belgede sahtecilik suçu dahi
gündeme gelebilir[13]. Nitekim Yargıtay kararları, kamu görevlisi olmayan sağlık
personelinin sahte reçete düzenlemesi durumunda TCK 207’deki özel evrakta
sahtecilik suçunun oluşabileceğine işaret etmiştir[13]. Bu ayrım, belgenin resmi belge sayılıp sayılmamasına bağlıdır.
Burada önemli bir hukuki nüans vardır: Hangi belgeler resmi belge
sayılır? Genel olarak, gerçeğini bir kamu görevlisinin düzenleme yetkisi
dahilinde olduğu tüm evrak resmi belge kabul edilir[14][15]. Örneğin bir devlet hastanesinin sağlık kurulu raporu, bir aile hekimi
reçetesi veya SGK onaylı bir provizyon belgesi resmi belge niteliğindedir. Buna
karşın, özel hastanede görevli bir doktorun düzenlediği rapor, kanunen
belirlenmiş bir resmî formata sahip değilse özel belge sayılabilir. Aynı
şekilde, eczacının hastaya verdiği ilaç teslim belgeleri de kendi başına resmi
belge olmayabilir. Ancak bu belgelerin SGK’ya fatura sürecinde kullanılması,
onlara fiilen resmi belge hükmü kazandırabilmektedir (TCK md.210
kapsamında resmi belge hükmünde sayılan belgeler). Uygulamada çoğu zaman sahte
reçete veya sahte raporlar, SGK’nın aldatılarak ödeme yapmasına
neden oldukları için soruşturmacılar tarafından “resmi evrakta sahtecilik”
suçuna konu edilmektedir.
Resmi belgede sahtecilik suçu yöneltilen
eczacı ve sağlık işletmesi yetkililerinin durumunda, öncelikle sahtecilik
fiiline aktif katılımları olup olmadığı araştırılır. Örneğin bir
eczacının, hastanın imzasını taklit ederek reçete arkasına imza attığı iddiası
varsa, bu doğrudan doğruya bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak biçimde
değiştirme fiili olabilir. Yine eczane çalışanının, SGK sistemine gerçeğe
aykırı veri girişi yapması (mesela olmayan bir ilacı teslim edilmiş gibi
kaydetmesi) sahte resmi belge kullanma kapsamında değerlendirilebilir.
Ancak eczacıya dışarıdan getirilen reçete eğer zaten sahte ise ve eczacı bunu
fark etmeksizin işlem yaptıysa, eczacının kendisi sahtecilik yapmış sayılmaz;
yalnızca sahte bir belgenin farkında olmadan kullanılması durumu söz konusudur.
Bu halde eczacı açısından suç kastı oluşmadığından beraat kararı verilmesi
gerekir.
Nitekim Yargıtay kararları, eczane çalışanlarının kendilerine
gelen rapor ve reçetelerin gerçek olup olmadığını araştırmak gibi bir
yükümlülüklerinin bulunmadığını özellikle vurgulamıştır. Örneğin Samsun B.A.M. 2. Ceza Dairesi'nin 21.06.2017 Tarih, 2017/974 Esas, 2017/961 Karar sayılı ilamı gibi Yargıtay Ceza
Dairesi, sahte reçete davasında verdiği bir kararda “eczane çalışanlarının
kendilerine gelen rapor ve reçetelerin sahteliği konusunda bir araştırma
yükümlülüğü olmadığı, gelen reçete ve rapora göre ilacı verme zorunlulukları
bulunduğu” tespitine yer vermiştir[16]. Yine aynı kararda, dava konusu reçetelerin ve raporların nasıl sahte
olarak düzenlendiğinin ortaya konulamadığı, dolayısıyla sanık eczacılar
hakkında “her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde
edilemediği” gerekçesiyle mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmiştir[16]. Bu içtihat, eczacının sadece rutin görevini yaparak ilacı temin
etmesi durumunda, reçete sonradan sahte çıkmış olsa bile ceza sorumluluğu
doğmayabileceğini göstermektedir.
Özetle, resmi belgede sahtecilik iddialarında belgenin niteliği
ve failin konumu dikkatle değerlendirilir. Eğer sahtecilik fiili bizzat
sözleşmeli sağlık sunucusu tarafından, SGK’yı yanıltmak maksadıyla
gerçekleştirilmişse elbette cezai sorumluluk doğacaktır. Örneğin eczacı,
SGK’dan ödeme alabilmek için kendi hazırladığı uydurma bir raporu resmi rapor
gibi sunmuşsa ya da reçetede tahrifat yapmışsa, resmi evrakta sahtecilikten
cezalandırılabilir. Fakat birçok olayda eczacı veya optisyenler, başkalarınca
düzenlenen sahte belgelere iyi niyetle kanmakta; bu durumda onlara suç
örgütü mensubu muamelesi yapılmaması gerekmektedir. Ceza yargılamasında, kasıtlı
sahtecilik ile dikkatsizlik sonucu sahte belge kullanılması
titizlikle ayrıştırılmalıdır.
SGK, anlaşmalı eczane ve hastaneleri belirli periyotlarla veya şikayet
üzerine denetlemekte, usulsüz işlem tespit ettiğinde idari soruşturma
raporları düzenlemektedir. Bu raporlar doğrultusunda Kurum, ilgili
işletmeye protokol hükümleri gereği cezai şartlar (para cezaları, uyarı,
sözleşme feshi vs.) uygulayabilir[7]. Ayrıca protokolün 6.1 maddesi uyarınca, suç teşkil eden fiillerin
tespiti halinde SGK, Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmakla
yükümlüdür[17][18]. Uygulamada müfettiş raporları, hem idari yaptırım hem ceza
soruşturması açısından temel dayanak oluşturmaktadır. Örneğin bir SGK
müfettişi, yaptığı incelemede sahte reçete ile Kurumun zarara uğratıldığını
tespit ettiğinde raporunda sadece paranın tahsilini önermekle kalmaz; raporun
sonuna “suistimal şüphesiyle ceza davası açılması” yönünde görüş de ekler[7]. SGK ilgili birimi de genellikle bu öneriyi dikkate alarak savcılığa
suç ihbarında bulunur[19].
Ancak, idari raporların tespit ve kanaatleri ceza mahkemesi için bağlayıcı
değildir. Ceza muhakemesinde, her türlü delilin hakimin önünde
tartışılması ve suçun şüpheye yer vermeyecek şekilde ispat edilmesi şarttır.
Bir SGK denetim raporunda usulsüzlük belirtilmiş olması, tek başına ceza
mahkûmiyeti sonucunu doğurmaz. Nitekim uygulamada bazı mahkemeler ilk etapta
eczacılar aleyhine hüküm kursalar da, istinaf ve temyiz aşamasında bu
kararların bozulduğu görülmektedir[20]. Özellikle Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB)
kurumu, eczacılar bakımından kritik önem taşımaktadır. Bir kısım eczacı, suçsuz
olduğuna inandığı halde HAGB teklifini kabul ederek denetimli serbestlik
süresine giriyor. Oysa HAGB kararı, sanığın suçu işlediğinin sabit görüldüğü
anlamına gelir ve maalesef birçok sanık tarafından beraat gibi algılanır[21]. HAGB’nin getirdiği 5 yıllık denetim süresi ve karara
itirazın, aleyhe bozma yasağına tabi olmadığından eczacılar aleyhine sonuç doğurabilecektir[22]. Bu nedenle, eğer eczacı gerçekten suçsuz ise HAGB yerine beraat
kararı alabilmek için mücadelesini sürdürmeli, ilk derece mahkemesinde
hatalı bir mahkûmiyet kararı çıkarsa bunun istinaf ve Yargıtay denetimine tabi
olmasını sağlamalıdır[20].
Ceza davasında ispat yükü her zaman iddia makamındadır. SGK
raporundaki tespitlerin ceza yargılamasında da geçerli olabilmesi için,
bunların somut delillerle desteklenmesi gerekir. Örneğin raporda “eczacı sahte
reçete düzenlemiştir” deniyorsa, bunun nasıl ve ne şekilde yapıldığına dair
kamera kayıtları, tanık ifadeleri, bilirkişi incelemesi gibi deliller
sunulmalıdır. Yalnızca “şu kadarlık kamu zararı var, reçetedeki imza hastaya
ait değil” tespiti, eczacının dolandırıcılık kastıyla hareket ettiğini kanıtlamaya
yetmeyebilir. Mahkemelerin, idari soruşturma bulgularını ceza standardında
yeniden değerlendirmesi şarttır. Aksi takdirde, kesin delile dayanmadan
ceza verilip masum bir kişinin mahkûm olması riski doğar ki bu, hukuk
devletinde kabul edilemez.
Ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri “şüpheden sanık
yararlanır” (in dubio pro reo) ilkesidir. Bu ilke uyarınca, ceza davasında
sanığın mahkûmiyeti için gereken kesin kanaat oluşmadığı takdirde, ortaya çıkan
her türlü şüphe sanığın lehine değerlendirilmelidir[23][24]. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun birçok kararında vurguladığı gibi,
hükmün dayanağı “kesin ve açık bir ispat” olmalıdır; yüksek bir ihtimale
dayansa bile şüphe tamamen giderilememişse mahkûmiyet hükmü kurulamaz[24]. Ceza Genel Kurulu’nun 2015/35 sayılı kararında bu durum “Ceza
mahkûmiyeti herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık ispata dayanmalıdır...
Hiçbir şüpheye yer vermeyecek açıklıkta olmalıdır” şeklinde ifade
edilmiştir[24]. Dolayısıyla, SGK soruşturmaları kaynaklı ceza davalarında da, eğer
eczacı veya sağlık hizmet sunucusunun suçu işlediğine dair kesin bir kanıt
yoksa, beraat kararı verilmesi hukukî bir zorunluluktur.
Bu ilkeyle yakından bağlantılı diğer bir temel prensip masumiyet
karinesidir. 1982 Anayasası’nın 38/4. maddesinde açıkça “Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” denilerek herkesin
yargılama sonucuna kadar masum kabul edileceği güvence altına alınmıştır[25]. Benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.6/2 de bir suçla
itham edilen herkesin, suçu yasal olarak sabit olana dek masum sayılacağını
belirtir[25]. Masumiyet karinesi, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde şüpheli
veya sanığın “suçlu” muamelesi görmemesini, cezai sonuçların ancak kesinleşmiş
mahkeme kararıyla doğmasını gerektirir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masumiyet
karinesinin doğal bir uzantısıdır[26]. Amaç, bir masumun haksız yere cezalandırılmasını önlemektir. Ceza
yargılamasında, bir suçlunun cezasız kalması, bir masumun mahkûm
olmasına tercih edilir – adalet anlayışı bunu gerektirir. SGK ile ilgili ceza
davalarında da bu ilkeler ışığında hareket edilmelidir. Özellikle karmaşık
“sahte reçete” dosyalarında, eczacının suça bilerek katıldığı net biçimde ispat
edilemiyorsa beraat ettirilmesi, hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Aksi
yöndeki bir yaklaşım, masumiyet karinesine aykırı olacağı gibi sağlık
sektöründe tedirginliğe yol açacaktır.
Yukarıda anlatılan çerçevede Yargıtay’ın Ceza Daireleri ve Ceza
Genel Kurulu kararları, uygulamaya yön vermektedir. Yüksek Mahkeme, SGK ile
sözleşmeli sağlık sunucuları hakkındaki ceza davalarında genellikle şu
hususların altını çizmektedir:
Sonuç olarak, SGK ile sözleşmeli eczane, optik ve hastanelere
yönelik ceza davalarında hem vatandaşların hem de bu kurumların haklarının
dengeli şekilde korunması büyük önem taşımaktadır. Suçun unsurları dikkatlice
değerlendirilmeden, sırf idari tespitlere dayanarak ceza verilmesi hukuk
güvenliğiyle bağdaşmaz. Masumiyet karinesi gereği, kesinleşmiş bir yargı
kararı olmadıkça hiç kimse suçlu ilan edilmemelidir. Öte yandan, gerçekten
organize şekilde SGK’yı zarara uğratan ve sahtecilik yapan kişiler varsa,
bunların da adil yargılanma hakkı gözetilerek cezalandırılması kamu yararı gereğidir.
Bu dengenin sağlanmasında Yargıtay içtihatları yol gösterici olmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, ceza adalet sistemi “suçluya ceza, suçsuza
beraat” ilkesine dayanır. Sağlık alanında kamu kaynağını korumak kadar,
sağlık hizmet sunucularının da itibarı ve hakları korunmalıdır. Şüpheden
sanık yararlanır ilkesi, yargılamanın her aşamasında rehber olmalı; böylece
hem SGK’nın mali çıkarları hem de haksız suçlamaya maruz kalabilecek bireylerin
hakları adil şekilde teminat altına alınmalıdır. Bu yaklaşım, hukukun üstünlüğü
ve toplumsal güven duygusu açısından vazgeçilmezdir.
Kaynakça: Bu yazıda değinilen yargı kararları
ve mevzuat hükümleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile ilgili Ceza Dairelerinin
güncel içtihatlarından ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu kapsamında SGK ile sağlık hizmet sunucuları arasındaki
protokol hükümlerinden derlenmiştir. İlgili kararlara ve kanun maddelerine
dipnotlarda belirtilen kaynaklar üzerinden erişilebilir[4][16][24]. Bu sayede hem hukukçular hem de vatandaşlar, konunun yasal
dayanaklarına doğrudan ulaşarak daha ayrıntılı bilgi edinebilirler.
[1] [2] Zimmet Suçu Örnek Mahkeme Kararları - mevzuatinyeri
https://www.mevzuatinyeri.com/zimmet-sucu-ornek-mahkeme-kararlari
[3] [4] Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Zararına Dolandırıcılık Suçu (TCK
m.158/1-e)
[5] [6] Kararcı — Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2021/35202 Esas 2022/12659 Karar
https://kararci.com/yargitay/15-06-2022/11-ceza-dairesi/2021-35202/2022-12659
[7] [11] [12] [16] [19] [20] [21] [22] Sağlık Hukuk | Özel Hastane - SGK Davaları | SGK Eczane Davaları
[8] Sağlık Hukuk | Özel Hastane - SGK Davaları | SGK Eczane Davaları
https://saglikhukuk.org/?p=eczane-sgk-davalari&id=134
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3269106
[13] [14] [15] Resmi Evrakta (Belgede) Sahtecilik Suçu ve Cezası
https://barandogan.av.tr/blog/ceza-hukuku/resmi-evrakta-belgede-sahtecilik-cezasi.html
[17] [18] Av. Evrim KOCAOĞLU: SGK’NIN ECZANELER ÜZERİNDEKİ HUKUKSUZ UYGULAMALARI
- Hukuki Haber
https://www.hukukihaber.net/sgknin-eczaneler-uzerindeki-hukuksuz-uygulamalari
[23] [24] [25] [26] Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
https://barandogan.av.tr/blog/ceza-hukuku/supheden-sanik-yararlanir-ilkesi-nedir.html