SGK ile Sözleşmeli Kuruluşlarda Zimmet ve Dolandırıcılık Suçlamaları

SGK ile Sözleşmeli Kuruluşlarda Zimmet ve Dolandırıcılık Suçlamaları

SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) ile anlaşmalı eczane, optik ve özel hastane gibi sağlık hizmet sunucularının karıştığı ceza davaları son yıllarda kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. Bu davalarda zimmet, dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlamaları öne çıkmaktadır. Hem vatandaşların hem de hukukçuların doğru bilgilendirilmesi amacıyla bu yazıda, söz konusu suçların hukuki çerçevesi, uygulamada karşılaşılan tipik durumlar ve Yargıtay içtihatlarının ışığında temel ilkeler ele alınacaktır. Anlatım dili, hukuki ve resmi olmakla birlikte kamuoyunu aydınlatıcı şekilde sade tutulmaya çalışılmıştır.

Zimmet Suçu ve Kamu Görevlisi Şartı

Zimmet suçu Türk Ceza Kanunu (TCK) md. 247’de düzenlenmiştir ve yalnızca kamu görevlileri tarafından işlenebilen bir suç tipidir[1]. Kanun maddesine göre, kamu görevlisinin görevi gereği koruma ve gözetimi altına verilen ya da zilyetliği devredilen malı kendisi veya başkası yararına mal edinmesi zimmet suçunu oluşturur. Dolayısıyla zimmet suçunun faili, mutlaka bir kamu görevlisi olmalıdır[1]. Kamu görevlisi olmayan bir kişinin, örneğin serbest eczacı veya özel hastane yöneticisinin, SGK’ya ait parayı zimmetine geçirmesi hukuken mümkün değildir. Bu gibi kişiler kamu personeli olmadığından, üzerlerine atılı zimmet suçu oluşmayacak, fiiller başka suç tipleri kapsamında değerlendirilecektir. Nitekim yüksek yargı kararlarında da, görevi nedeniyle kendisine emanet edilmiş kamu malını almayan kişinin zimmetten sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir. Böyle bir durumda fiil, şartları varsa dolandırıcılık ya da görevi kötüye kullanma gibi başka suçlara vücut verebilir[2].

SGK ile sözleşmeli çalışan eczacı, optisyen veya özel hastane yöneticileri, SGK’nın personeli değildir ve memur statüsünde sayılmazlar. Bu yüzden, SGK ile mali ilişkilerinde usulsüzlük yapsalar bile “zimmet” suçunu işlemeleri teknik olarak mümkün değildir. Uygulamada savcılıklar bazen yanılgıyla bu kişilere zimmet suçlaması yönelttiyse de, yargılama aşamasında suç vasfı genellikle nitelikli dolandırıcılık olarak düzeltilmektedir. Sonuç olarak, SGK’ya yönelik usulsüzlük iddialarında zimmet suçu, ancak SGK çalışanı gibi gerçek kamu görevlileri açısından gündeme gelebilir. Örneğin, bir SGK denetmeninin ya da kurum görevlisinin kuruma ait paraları zimmetine geçirmesi halinde zimmet suçu oluşabilecektir. Buna karşılık anlaşmalı sağlık hizmet sunucuları bakımından esas tartışma, aşağıda ele alınacak dolandırıcılık ve sahtecilik suçları çerçevesinde yapılmalıdır.

SGK’yi Zarara Uğratan Dolandırıcılık Suçu

Kamu kurumlarına yönelik hileli fiiller, Türk Ceza Kanunu’nda nitelikli dolandırıcılık kapsamında ağır şekilde cezalandırılmaktadır. TCK md.158/1-e bendine göre, dolandırıcılık suçunun “kamu kurum ve kuruluşlarının zararına” işlenmesi, temel şekle göre daha yüksek ceza gerektiren nitelikli haldir[3][4]. Bu düzenleme, SGK gibi kamu tüzel kişiliğine sahip kurumları korumayı hedefler. Yargıtay’ın da belirttiği üzere, üniversiteler, belediyeler gibi kurumlar yanında Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) da kamu kurumu sayıldığından, SGK’ya karşı işlenen hileli fiiller bu kapsamda değerlendirilir[4]. Kanun gereği bu suçu işleyenler hakkında alt sınırı 4 yıl olan hapis cezası ve suçtan elde edilen menfaatin en az iki katı adli para cezası öngörülmüştür[3]. Bu ceza yaptırımı, SGK’nın finansmanını hedef alan usulsüzlüklere karşı caydırıcılık sağlamak amacıyla ağırlaştırılmıştır.

Dolandırıcılık suçu, basit anlamda bir kimseyi aldatıcı hareketlerle yanıltıp kendisine veya bir başkasına haksız çıkar sağlamaktır. SGK ile sözleşmeli sağlık hizmet sunucuları bağlamında, kamu kurumunu zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen farklı dolandırıcılık yöntemleri görülmektedir. Uygulamada karşılaşılan bazı tipik usulsüzlükler şunlardır:

  • Sahte Reçete Düzenlenmesi: Hasta muayene olmamış veya gerçekte ihtiyacı olmayan halde, doktor ve eczacı işbirliği ile gerçeğe aykırı reçeteler oluşturulup SGK’ya fatura edilebilir. Örneğin bir çetenin doktorlara gerçeğe aykırı rapor ve reçeteler yazdırarak kuruma yüksek bedelli ilaçları fatura ettiği vakalar basına yansımıştır[5][6]. Bu durumda reçeteler ve raporlar sahte evrak olarak SGK’yı zarara uğratmakta, fiil nitelikli dolandırıcılık suçu kapsamına girmektedir.
  • Verilmeyen İlacın Faturalanması: Eczanelerin en sık karşılaştığı iddialardan biri, hastaya aslında teslim edilmeyen ilaçların teslim edilmiş gibi gösterilerek bedelinin SGK’dan tahsil edilmesidir. Örneğin, eczane protokolü 5.3.5 maddesinde, hasta veya yakınına teslim edilmeyen ilaçların kuruma fatura edilmesi halinde reçete bedelinin 5 katı cezai şart öngörülmüştür[7][8]. Ceza hukuku boyutunda ise, eczacının bu şekilde SGK’yı zarara uğrattığı tespit edilirse kamu kurumunu dolandırmak suçundan yargılanması söz konusu olur. Ancak bu iddianın ceza mahkemesinde ispatı, aşağıda değinilecek üzere, kolay değildir.
  • Sahte Sağlık Raporları: Özellikle yüksek fiyatlı ve özel onay gerektiren ilaçlar için, gerçekte hasta olmayan kişiler adına sahte sağlık kurulu raporları düzenlenmesi de görülen bir usulsüzlüktür. Bu raporlar bazen resmi hastane görevlilerince suiistimalle oluşturulabilir, bazen de tamamen sahte mühür ve imzalarla üretilebilir. Ardından bu raporlara dayanarak eczanelerden pahalı ilaçlar temin edilip SGK’ya fatura edilir. Eğer raporu düzenleyen kamu görevlisi ise “görevi kötüye kullanma” ve “resmi belgede sahtecilik” suçları da devreye girer; eczane açısından ise yine dolandırıcılık iddiası gündeme gelir.
  • Kimlik Bilgilerinin Kötüye Kullanılması: SGK’nın MEDULA sistemi üzerinden vatandaşların T.C. kimlik numarası ve e-reçete şifresi ile ilaç temini yapılmaktadır. Kötü niyetli kişiler bazen üçüncü şahıslara ait bu bilgileri ele geçirerek habersiz şekilde reçete karşılatabilmektedir[9]. Eczacılar, protokol gereği hastanın kimliğini kontrol etmekle yükümlüdür; aksi takdirde idari cezai şartlarla karşılaşırlar[10]. Ceza boyutunda ise, eczacı kasıtlı olarak kimlik kontrolü yapmayıp sahte reçeteye olanak sağladıysa dolandırıcılık suçuna iştirak iddiasıyla yargılanabilir. Yargıtay bazı kararlarında, eczacının reçete getiren kişinin gerçekten hasta veya yakını olup olmadığını yeterince teyit etmemesini kusur saymıştır. Ancak diğer içtihatlarda, eczacının gelen evrakın sahteliğini araştırma yükümlülüğü olmadığı da vurgulanmaktadır (bu konu aşağıda ayrıntılı ele alınacaktır).
  • Vefat Eden Hasta Adına Reçete: Ender görülen bir diğer durum, hastanın vefat ettiği ancak bu bilginin SGK sistemine zamanında yansımadığı hallerde ortaya çıkar. Örneğin hasta öldükten sonra dahi MEDULA sisteminde aktif görünebilmektedir. Kötü niyetli kişiler, ölen sigortalı adına gerçekte olmayan bir reçete düzenleyip ilacı almış gibi göstererek SGK’dan ödeme talep edebilir. Eczacı böyle bir reçeteyi farkında olmadan karşılarsa, SGK denetiminde sorun çıkmaktadır[11]. Kurum, “hasta o tarihte ölmüştü, bu nedenle reçete sahtedir” diyerek ilgili eczacı hakkında resmi evrakta sahtecilik ve dolandırıcılık suç duyurusunda bulunabilmektedir[12]. Ceza yargılamasında ise eczacının kasıtlı olarak hareket edip etmediği araştırılır; sadece sisteme güvenerek reçeteyi karşıladıysa suç oluşmayabilecektir.

Yukarıdaki senaryoların ortak noktası, SGK’nın maddi zarara uğratılmasıdır. Bu nedenle savcılık makamı çoğunlukla TCK 158/1-e kapsamında nitelikli dolandırıcılık suçundan iddianame düzenlemektedir. Ancak burada kritik olan, kastın ve fiilin ispatıdır. Sanık konumundaki eczacı veya hastane yetkilisinin gerçekten hileli bir düzen içinde yer aldığının, yani suça iştirak ettiğinin her türlü şüpheden uzak delillerle ortaya konulması gerekir. Aksi halde, sadece idari tespitlere dayanarak cezai sorumluluk doğmaz. Bir eczacının, eline gelen reçete ve raporun sahte olabileceğini bilmeden ilacı vermesi halinde ortada hileli davranışla kandırma kastı yoktur. Bu durumda ceza hukukunun temel prensibi olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereği sanığın beraatine karar verilmesi gerekir.

Resmi Belgede Sahtecilik İddiaları

Dolandırıcılık suçlamalarının yanında, SGK bağlantılı ceza davalarında sıkça rastlanan bir diğer suçlama resmi belgede sahtecilik suçudur (TCK md.204). Bu suç, kamu güvenine karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş olup bir belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, değiştirilmesi veya kullanılması halleriyle oluşur. Sağlık sektöründe SGK’yı ilgilendiren sahtecilik iddiaları genellikle şunları kapsar: sahte reçete, sahte rapor veya resmi belge hükmündeki evrakta tahrifat.

Örneğin, SGK’ya ibraz edilen ilaç kullanım raporunun baştan sona uydurma olduğu ortaya çıkarsa veya e-reçete sistemine gerçeğe aykırı veri girildiği tespit edilirse, bu fiiller resmi belgeyi sahte olarak düzenleme veya bilişim sistemini kullanarak sahte veri üretme kapsamında değerlendirilebilir. Eğer sahte rapor veya reçete, bir kamu görevlisi (örn. devlet hastanesinde görevli doktor) tarafından düzenlenmişse, TCK 204/2 anlamında kamu görevlisinin resmi evrakta sahteciliği suçu oluşur ve cezası daha da ağırdır. Buna karşılık, kamu görevlisi olmayan bir kişi (örn. özel hastane doktoru veya eczane çalışanı) sahte bir reçete veya rapor hazırlarsa, belge niteliğine göre özel belgede sahtecilik suçu dahi gündeme gelebilir[13]. Nitekim Yargıtay kararları, kamu görevlisi olmayan sağlık personelinin sahte reçete düzenlemesi durumunda TCK 207’deki özel evrakta sahtecilik suçunun oluşabileceğine işaret etmiştir[13]. Bu ayrım, belgenin resmi belge sayılıp sayılmamasına bağlıdır.

Burada önemli bir hukuki nüans vardır: Hangi belgeler resmi belge sayılır? Genel olarak, gerçeğini bir kamu görevlisinin düzenleme yetkisi dahilinde olduğu tüm evrak resmi belge kabul edilir[14][15]. Örneğin bir devlet hastanesinin sağlık kurulu raporu, bir aile hekimi reçetesi veya SGK onaylı bir provizyon belgesi resmi belge niteliğindedir. Buna karşın, özel hastanede görevli bir doktorun düzenlediği rapor, kanunen belirlenmiş bir resmî formata sahip değilse özel belge sayılabilir. Aynı şekilde, eczacının hastaya verdiği ilaç teslim belgeleri de kendi başına resmi belge olmayabilir. Ancak bu belgelerin SGK’ya fatura sürecinde kullanılması, onlara fiilen resmi belge hükmü kazandırabilmektedir (TCK md.210 kapsamında resmi belge hükmünde sayılan belgeler). Uygulamada çoğu zaman sahte reçete veya sahte raporlar, SGK’nın aldatılarak ödeme yapmasına neden oldukları için soruşturmacılar tarafından “resmi evrakta sahtecilik” suçuna konu edilmektedir.

Resmi belgede sahtecilik suçu yöneltilen eczacı ve sağlık işletmesi yetkililerinin durumunda, öncelikle sahtecilik fiiline aktif katılımları olup olmadığı araştırılır. Örneğin bir eczacının, hastanın imzasını taklit ederek reçete arkasına imza attığı iddiası varsa, bu doğrudan doğruya bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak biçimde değiştirme fiili olabilir. Yine eczane çalışanının, SGK sistemine gerçeğe aykırı veri girişi yapması (mesela olmayan bir ilacı teslim edilmiş gibi kaydetmesi) sahte resmi belge kullanma kapsamında değerlendirilebilir. Ancak eczacıya dışarıdan getirilen reçete eğer zaten sahte ise ve eczacı bunu fark etmeksizin işlem yaptıysa, eczacının kendisi sahtecilik yapmış sayılmaz; yalnızca sahte bir belgenin farkında olmadan kullanılması durumu söz konusudur. Bu halde eczacı açısından suç kastı oluşmadığından beraat kararı verilmesi gerekir.

Nitekim Yargıtay kararları, eczane çalışanlarının kendilerine gelen rapor ve reçetelerin gerçek olup olmadığını araştırmak gibi bir yükümlülüklerinin bulunmadığını özellikle vurgulamıştır. Örneğin Samsun B.A.M. 2. Ceza Dairesi'nin 21.06.2017 Tarih, 2017/974 Esas, 2017/961 Karar sayılı ilamı gibi Yargıtay Ceza Dairesi, sahte reçete davasında verdiği bir kararda “eczane çalışanlarının kendilerine gelen rapor ve reçetelerin sahteliği konusunda bir araştırma yükümlülüğü olmadığı, gelen reçete ve rapora göre ilacı verme zorunlulukları bulunduğu” tespitine yer vermiştir[16]. Yine aynı kararda, dava konusu reçetelerin ve raporların nasıl sahte olarak düzenlendiğinin ortaya konulamadığı, dolayısıyla sanık eczacılar hakkında “her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği” gerekçesiyle mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmiştir[16]. Bu içtihat, eczacının sadece rutin görevini yaparak ilacı temin etmesi durumunda, reçete sonradan sahte çıkmış olsa bile ceza sorumluluğu doğmayabileceğini göstermektedir.

Özetle, resmi belgede sahtecilik iddialarında belgenin niteliği ve failin konumu dikkatle değerlendirilir. Eğer sahtecilik fiili bizzat sözleşmeli sağlık sunucusu tarafından, SGK’yı yanıltmak maksadıyla gerçekleştirilmişse elbette cezai sorumluluk doğacaktır. Örneğin eczacı, SGK’dan ödeme alabilmek için kendi hazırladığı uydurma bir raporu resmi rapor gibi sunmuşsa ya da reçetede tahrifat yapmışsa, resmi evrakta sahtecilikten cezalandırılabilir. Fakat birçok olayda eczacı veya optisyenler, başkalarınca düzenlenen sahte belgelere iyi niyetle kanmakta; bu durumda onlara suç örgütü mensubu muamelesi yapılmaması gerekmektedir. Ceza yargılamasında, kasıtlı sahtecilik ile dikkatsizlik sonucu sahte belge kullanılması titizlikle ayrıştırılmalıdır.

İdari Denetim Raporları ve Ceza Yargılaması

SGK, anlaşmalı eczane ve hastaneleri belirli periyotlarla veya şikayet üzerine denetlemekte, usulsüz işlem tespit ettiğinde idari soruşturma raporları düzenlemektedir. Bu raporlar doğrultusunda Kurum, ilgili işletmeye protokol hükümleri gereği cezai şartlar (para cezaları, uyarı, sözleşme feshi vs.) uygulayabilir[7]. Ayrıca protokolün 6.1 maddesi uyarınca, suç teşkil eden fiillerin tespiti halinde SGK, Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmakla yükümlüdür[17][18]. Uygulamada müfettiş raporları, hem idari yaptırım hem ceza soruşturması açısından temel dayanak oluşturmaktadır. Örneğin bir SGK müfettişi, yaptığı incelemede sahte reçete ile Kurumun zarara uğratıldığını tespit ettiğinde raporunda sadece paranın tahsilini önermekle kalmaz; raporun sonuna “suistimal şüphesiyle ceza davası açılması” yönünde görüş de ekler[7]. SGK ilgili birimi de genellikle bu öneriyi dikkate alarak savcılığa suç ihbarında bulunur[19].

Ancak, idari raporların tespit ve kanaatleri ceza mahkemesi için bağlayıcı değildir. Ceza muhakemesinde, her türlü delilin hakimin önünde tartışılması ve suçun şüpheye yer vermeyecek şekilde ispat edilmesi şarttır. Bir SGK denetim raporunda usulsüzlük belirtilmiş olması, tek başına ceza mahkûmiyeti sonucunu doğurmaz. Nitekim uygulamada bazı mahkemeler ilk etapta eczacılar aleyhine hüküm kursalar da, istinaf ve temyiz aşamasında bu kararların bozulduğu görülmektedir[20]. Özellikle Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) kurumu, eczacılar bakımından kritik önem taşımaktadır. Bir kısım eczacı, suçsuz olduğuna inandığı halde HAGB teklifini kabul ederek denetimli serbestlik süresine giriyor. Oysa HAGB kararı, sanığın suçu işlediğinin sabit görüldüğü anlamına gelir ve maalesef birçok sanık tarafından beraat gibi algılanır[21]. HAGB’nin getirdiği 5 yıllık denetim süresi ve karara itirazın, aleyhe bozma yasağına tabi olmadığından eczacılar aleyhine sonuç doğurabilecektir[22]. Bu nedenle, eğer eczacı gerçekten suçsuz ise HAGB yerine beraat kararı alabilmek için mücadelesini sürdürmeli, ilk derece mahkemesinde hatalı bir mahkûmiyet kararı çıkarsa bunun istinaf ve Yargıtay denetimine tabi olmasını sağlamalıdır[20].

Ceza davasında ispat yükü her zaman iddia makamındadır. SGK raporundaki tespitlerin ceza yargılamasında da geçerli olabilmesi için, bunların somut delillerle desteklenmesi gerekir. Örneğin raporda “eczacı sahte reçete düzenlemiştir” deniyorsa, bunun nasıl ve ne şekilde yapıldığına dair kamera kayıtları, tanık ifadeleri, bilirkişi incelemesi gibi deliller sunulmalıdır. Yalnızca “şu kadarlık kamu zararı var, reçetedeki imza hastaya ait değil” tespiti, eczacının dolandırıcılık kastıyla hareket ettiğini kanıtlamaya yetmeyebilir. Mahkemelerin, idari soruşturma bulgularını ceza standardında yeniden değerlendirmesi şarttır. Aksi takdirde, kesin delile dayanmadan ceza verilip masum bir kişinin mahkûm olması riski doğar ki bu, hukuk devletinde kabul edilemez.

“Şüpheden Sanık Yararlanır” İlkesi ve Masumiyet Karinesi

Ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri “şüpheden sanık yararlanır” (in dubio pro reo) ilkesidir. Bu ilke uyarınca, ceza davasında sanığın mahkûmiyeti için gereken kesin kanaat oluşmadığı takdirde, ortaya çıkan her türlü şüphe sanığın lehine değerlendirilmelidir[23][24]. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun birçok kararında vurguladığı gibi, hükmün dayanağı “kesin ve açık bir ispat” olmalıdır; yüksek bir ihtimale dayansa bile şüphe tamamen giderilememişse mahkûmiyet hükmü kurulamaz[24]. Ceza Genel Kurulu’nun 2015/35 sayılı kararında bu durum “Ceza mahkûmiyeti herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık ispata dayanmalıdır... Hiçbir şüpheye yer vermeyecek açıklıkta olmalıdır” şeklinde ifade edilmiştir[24]. Dolayısıyla, SGK soruşturmaları kaynaklı ceza davalarında da, eğer eczacı veya sağlık hizmet sunucusunun suçu işlediğine dair kesin bir kanıt yoksa, beraat kararı verilmesi hukukî bir zorunluluktur.

Bu ilkeyle yakından bağlantılı diğer bir temel prensip masumiyet karinesidir. 1982 Anayasası’nın 38/4. maddesinde açıkça “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” denilerek herkesin yargılama sonucuna kadar masum kabul edileceği güvence altına alınmıştır[25]. Benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.6/2 de bir suçla itham edilen herkesin, suçu yasal olarak sabit olana dek masum sayılacağını belirtir[25]. Masumiyet karinesi, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde şüpheli veya sanığın “suçlu” muamelesi görmemesini, cezai sonuçların ancak kesinleşmiş mahkeme kararıyla doğmasını gerektirir.

Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masumiyet karinesinin doğal bir uzantısıdır[26]. Amaç, bir masumun haksız yere cezalandırılmasını önlemektir. Ceza yargılamasında, bir suçlunun cezasız kalması, bir masumun mahkûm olmasına tercih edilir – adalet anlayışı bunu gerektirir. SGK ile ilgili ceza davalarında da bu ilkeler ışığında hareket edilmelidir. Özellikle karmaşık “sahte reçete” dosyalarında, eczacının suça bilerek katıldığı net biçimde ispat edilemiyorsa beraat ettirilmesi, hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Aksi yöndeki bir yaklaşım, masumiyet karinesine aykırı olacağı gibi sağlık sektöründe tedirginliğe yol açacaktır.

Yargıtay İçtihatlarının Rehberliği ve Sonuç

Yukarıda anlatılan çerçevede Yargıtay’ın Ceza Daireleri ve Ceza Genel Kurulu kararları, uygulamaya yön vermektedir. Yüksek Mahkeme, SGK ile sözleşmeli sağlık sunucuları hakkındaki ceza davalarında genellikle şu hususların altını çizmektedir:

  • Kamu Görevlisi Olmayan Sanığa Zimmet Suçu Atfedilemez: YCGK ve ilgili daireler, zimmet suçunun failinin kamu görevlisi olması gerektiğini, eczacı veya özel hastane yetkilisinin kamu görevlisi sıfatı yoksa zimmet suçundan sorumlu tutulamayacağını belirtmiştir. Bu tür durumlarda fiiller, dolandırıcılık gibi uygun suç tiplerine göre nitelendirilmelidir[1].
  • Dolandırıcılık Suçunda Kastın İspatı: Yargıtay, SGK zararına dolandırıcılık davalarında, sanığın kasten ve aldatıcı davranışla kurumu zarara uğrattığının ispatını aramaktadır. Eğer eylemde hile unsuru veya sanığın bilerek hareket ettiği sabit değilse, mahkûmiyet kararı bozulmaktadır. Özellikle sahte reçete vakalarında eczacının aktif rolü ispatlanamadığında Yargıtay beraat yönünde kararlar vermiştir[16].
  • Resmi Belgede Sahtecilikte Belgenin Niteliği: Yüksek mahkeme kararları, reçete ve rapor gibi belgelerin niteliğine göre suçun belirlenmesi gerektiğini göstermiştir. Kamu görevlisi tarafından düzenlenmiş gerçeğe aykırı belgelerde TCK 204 uygulanırken, özel kişilerin sahte evrak düzenlemelerinde TCK 207 kapsamının düşünülmesi gerekebileceği ifade edilmiştir[13]. Ayrıca eczacının, dışarıdan gelen evrakın sahte olup olmadığını anlamasının her zaman mümkün olmayacağı kabul edilmektedir[16].
  • Denetim Raporlarına Eleştirel Yaklaşım: Yargıtay, SGK müfettiş raporlarının ceza yargılamasında yardımcı delil olabileceğini ancak tek başına mahkûmiyete yeter sayılmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Örneğin, yalnızca bir hasta beyanına dayalı olarak ceza verilmesi Yargıtay denetiminden geçmemekte; rapordaki iddiaların maddi delillerle desteklenip desteklenmediği incelenmektedir[20].

Sonuç olarak, SGK ile sözleşmeli eczane, optik ve hastanelere yönelik ceza davalarında hem vatandaşların hem de bu kurumların haklarının dengeli şekilde korunması büyük önem taşımaktadır. Suçun unsurları dikkatlice değerlendirilmeden, sırf idari tespitlere dayanarak ceza verilmesi hukuk güvenliğiyle bağdaşmaz. Masumiyet karinesi gereği, kesinleşmiş bir yargı kararı olmadıkça hiç kimse suçlu ilan edilmemelidir. Öte yandan, gerçekten organize şekilde SGK’yı zarara uğratan ve sahtecilik yapan kişiler varsa, bunların da adil yargılanma hakkı gözetilerek cezalandırılması kamu yararı gereğidir. Bu dengenin sağlanmasında Yargıtay içtihatları yol gösterici olmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, ceza adalet sistemi “suçluya ceza, suçsuza beraat” ilkesine dayanır. Sağlık alanında kamu kaynağını korumak kadar, sağlık hizmet sunucularının da itibarı ve hakları korunmalıdır. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, yargılamanın her aşamasında rehber olmalı; böylece hem SGK’nın mali çıkarları hem de haksız suçlamaya maruz kalabilecek bireylerin hakları adil şekilde teminat altına alınmalıdır. Bu yaklaşım, hukukun üstünlüğü ve toplumsal güven duygusu açısından vazgeçilmezdir.

Kaynakça: Bu yazıda değinilen yargı kararları ve mevzuat hükümleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile ilgili Ceza Dairelerinin güncel içtihatlarından ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu kapsamında SGK ile sağlık hizmet sunucuları arasındaki protokol hükümlerinden derlenmiştir. İlgili kararlara ve kanun maddelerine dipnotlarda belirtilen kaynaklar üzerinden erişilebilir[4][16][24]. Bu sayede hem hukukçular hem de vatandaşlar, konunun yasal dayanaklarına doğrudan ulaşarak daha ayrıntılı bilgi edinebilirler.


[1] [2] Zimmet Suçu Örnek Mahkeme Kararları - mevzuatinyeri

https://www.mevzuatinyeri.com/zimmet-sucu-ornek-mahkeme-kararlari

[3] [4] Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Zararına Dolandırıcılık Suçu (TCK m.158/1-e)

https://barandogan.av.tr/blog/ceza-hukuku/kamu-kurum-ve-kuruluslarinin-zararina-dolandiricilik-sucu-cezasi.html

[5] [6] Kararcı — Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2021/35202 Esas 2022/12659 Karar

https://kararci.com/yargitay/15-06-2022/11-ceza-dairesi/2021-35202/2022-12659

[7] [11] [12] [16] [19] [20] [21] [22] Sağlık Hukuk | Özel Hastane - SGK Davaları | SGK Eczane Davaları

https://www.saglikhukuk.org/?p=eczane-sgk-davalari&id=162&d=rapor-ve-recetelerin-nasil-ve-ne-sekilde-sahte-olarak-duzenlendigi-ispat-edilmek

[8] Sağlık Hukuk | Özel Hastane - SGK Davaları | SGK Eczane Davaları

https://saglikhukuk.org/?p=eczane-sgk-davalari&id=134

[9] [10] dergipark.org.tr

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3269106

[13] [14] [15] Resmi Evrakta (Belgede) Sahtecilik Suçu ve Cezası

https://barandogan.av.tr/blog/ceza-hukuku/resmi-evrakta-belgede-sahtecilik-cezasi.html

[17] [18] Av. Evrim KOCAOĞLU: SGK’NIN ECZANELER ÜZERİNDEKİ HUKUKSUZ UYGULAMALARI - Hukuki Haber

https://www.hukukihaber.net/sgknin-eczaneler-uzerindeki-hukuksuz-uygulamalari

[23] [24] [25] [26] Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi

https://barandogan.av.tr/blog/ceza-hukuku/supheden-sanik-yararlanir-ilkesi-nedir.html

https://onurkucukyetim.av.tr/