Soruşturma ve Kovuşturma Aşamalarında Tanık Delilinin Değeri

Tanık Delilinin Önemi ve Değeri

Tanık delili, ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşmanın en sık başvurulan yollarından biridir. Olayı gören ya da bilen üçüncü kişilerin anlatımları, çoğu zaman dosyadaki tek doğrudan bilgi kaynağıdır. Bu açıdan tanık beyanları delil değerine sahiptir ve hükme esas alınabilir. Ancak tanık beyanları soyut unsurlar taşıdığından hukuki riskleri de vardır: Tanığın hatırlama yanılgısı, önyargı, menfaat ilişkisi veya aile bağları nedeniyle tarafgir davranması ihtimali her zaman mevcuttur. Dolayısıyla hakim tanığın güvenilirliğini, tarafsızlığını ve anlatımının tutarlılığını dikkatle değerlendirmek zorundadır. Güvenilir bulunan tanık anlatımı, somut vakıayı en etkili şekilde ortaya koyan delil olabilir; diğer yandan çelişkili veya hayalî beyanlar hukuken dikkate alınmaz. Örneğin bir hukukçu, tanık beyanının değerinin “olayı yansıtma ve temsil etme ölçüsünde” olduğunu, dış dünyadan elde edilmiş bilgiye dayanan açıklamaların delil niteliğinde olduğunu belirtir. Yargıtay da tanık beyanının “tek delil” olduğu durumlarda, tanığın duruşmada mutlaka dinlenmesi gerektiğini vurgular (CMK m.210/1). Bu çerçevede, tanık delili ceza mahkemesinde hem güçlü bir ispat aracı hem de doğru kullanılmadığında yargılamayı zedeleyebilecek bir hukuki risk olarak ele alınır.

Tanığın beyanı mahkeme huzurunda sözlü olarak alınmalıdır. Çünkü tanığın duruşmadaki tavrı, ses tonu ve beden dili gibi gözlemler, ifadenin inandırıcılığını sınamak için kritiktir. Anayasa Mahkemesi de, “doğrudan doğruyalık” (duruşmada delile doğrudan temas) ilkesinin tanık delili için geçerli olduğunu belirtir. Bir tanığın anlatımı sırasındaki tavır ve inanılırlığını mahkeme tarafından yapılan gözlemlerin maddi gerçeğin anlaşılabilmesi için oldukça önemli olduğunu vurgulamıştır. Bu ilke gereği, dosya tek bir tanığın beyanına dayanıyorsa bu tanığın duruşmada yeniden dinlenmesi gerekir.

Soruşturma Aşaması Beyanları ve CMK 210

Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 210. maddesi, tanık beyanlarının delil niteliği ile duruşmada sorgulanması esasını düzenler. 210/1’e göre, “Olayın delili bir tanığın açıklamalarından ibaret ise bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Önceden düzenlenmiş tutanağın veya yazılı açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.” Bu hüküm, dosyada suçun sabitini sağlayan tek tanık varsa ona doğrudan ulaşılması gerektiğini emreder. Yargıtay uygulamasında bu kuralın ihlali, hükmün bozulma nedeni sayılmıştır. Örneğin Yargıtay 3. Ceza Dairesi, iki tanığın beyanı belirleyici delil niteliğindeyse bu tanıkların duruşmada dinlenmesi zorunlu olduğu, aksi takdirde 210/1’e aykırılık oluşacağı kararı vermiştir.

Duruşmada tanık sorgulanmadığında dosyadaki önceki ifadeler esas alınamaz. CMK 210/2 uyarınca, duruşmada tanıklıktan çekinme hakkını kullanan kişinin soruşturma veya keşif aşamasındaki beyanı okunamaz ve hükme esas alınamaz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, daha önce çekinme hakkını kullanmayan bir tanığın duruşmada çekinmesi halinde önceki ifadesine ilişkin tutanakların okunmayacağını; kararın hakim vicdani kanaatini sadece duruşmada tartışılan delillere dayandırması gerektiğini açıkça belirtmiştir. Bu durumda, tanık duruşmada ifadeden kaçınırsa, soruşturmadaki beyanı bile hükümde delil olarak değerlendirilemez. Öte yandan, tanığın duruşmada hazır bulunmaması durumunda dahi mahkeme yeni şartlar oluştuysa SEGBİS veya istinabe gibi yollarla dinleme imkânı aramak zorundadır.

Anayasa Mahkemesi de yakın tarihli kararlarında duruşma öncesinde alınan tanık ifadelerini doğrudan mahkûmiyet kararı dayanağı yapmakta tereddüt etmiştir. Örneğin 6 Şubat 2025 tarihli bir kararda (B. No: 2020/19752), mahkûmiyet hükmünün tek ve belirleyici delilinin duruşmada dinlenmeyen tanık ifadeleri olması halinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği vurgulanmıştır. Karar, tanıkların duruşmaya getirilmemesinin geçerli bir gerekçesinin de bulunmadığını ve tek delilin mahkeme huzurunda sorgulanmamış beyanlar olduğunu tespit etmiştir. Buna göre soruşturma aşamasında alınan tanık beyanları, muhakemenin bu aşamasında delil değeri kazanmaz; esas olan duruşmada bizzat alınan görgü beyanıdır.

Tanığın Tarafsızlığı, Güvenilirliği ve Akrabalık İlişkileri

Tanığa yemin verilir ve taraflar sırasıyla tanıkları sorgulayarak doğruluk testi yapar. Bu süreçte tanığın tarafsızlığı ve güvenilirliği esas kriterdir. Akrabalık ve yakınlık ilişkileri, tanık dinleme prosedüründe özel bir öneme sahiptir. CMK’nın 45. maddesi, şüpheli veya sanık ile yakınlığı bulunan kişilerin tanıklıktan çekinebileceğini düzenler. Buna göre sanığın nişanlısı, eşi, üstsoyu ve altsoyu, üçüncü derece dahil kan ve ikinci derece dahil kayın hısımları ve aralarında evlatlık bağı bulunanlar tanıklıktan çekinebilir. Kanun, bu kişilerden duruşma öncesinde veya sırasında tanıklıktan çekinebilecekleri hatırlatılmamışsa, onların beyanlarının hükme esas alınamayacağını öngörür. Yargıtay da şüphelinin yakınlığı hatırlatılmadan alınan tanık beyanının usul kurallarına aykırı olduğunu ve kararın bozulmasını gerektiğini vurgulamıştır.

Akrabalığın delilin kıymetini tek başına belirlemediği de vurgulanır. Taraflardan birinin yakını olmak, tanığın otomatik olarak kötü niyetli olduğu anlamına gelmez. Hakim, tanığın mağdur veya sanıkla yakın ilişkisini değerlendirirken beyanın tutarlılığına, olayı bilenlik derecesine ve diğer delillerle uyumuna bakmalıdır. Hukuki içtihatlarda, “akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz” ilkesi benimsenmiştir. Bir Yargıtay kararında da benzer şekilde, tanığın tarafların yakınından olması onun beyanının geçersiz sayılmaması gerektiği belirtilmiştir. Yargıtay’ın bu görüşü, iş ve boşanma davaları gibi farklı hukuk dallarında da benzer şekilde kendini gösterir.

Kısacası, tanığın tarafsızlığı değerlendirilirken akrabalık bir faktördür ama sonuç belirleyicisi değildir. Hakim, tanığın olayla ilgisini, kişisel çıkar çatışması bulunup bulunmadığını ve anlatımının olayın kendi deneyimlerine dayanan gerçekçi anlatı olup olmadığını gözeterek karar verir. Yani akrabalık saptanırsa sadece tanığın bu bağlamda (ex officio tanıklıktan çekinme hakkı) bilgilendirilmesi gerekir; aksi halde beyanı dinlenebilir, ama güvenilirlik takdiri mahkemenindir.

Tanıklıktan Çekinme Hakkı (CMK 45-48) ve Sonuçları

CMK 45–48. maddelerle tanıklıktan çekinme hükümleri düzenlenmiştir. Tanıklıktan çekinme hakkı, adil yargılanma garantileri kapsamındaki bir ayrıcalıktır. CMK 45 uyarınca, yukarıda sayılan kişiler isteğe bağlı olarak tanıklıktan çekinebilir. Hak bu kişilere kişisel hak olarak tanınmıştır ve duruşma öncesinde veya sırasında hatırlatılması zorunludur. 46. madde doktor, avukat gibi sır saklama yükümlülüğü olan meslek grupları için çekinme imkânlarını düzenler. 48. madde ise tüm tanıklar bakımından, kendilerini veya 45. maddede sayılan yakınlarını suçlayacak sorulara cevap vermeme hakkını güvence altına alır: “Tanık, kendisini veya 45. maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikteki sorulara cevap vermekten çekinebilir”. Bu haklar da tanığın ilgili sorulara cevap vermeyebileceği söylenerek önceden hatırlatılır.

Tanıklıktan çekinme hakkını kullanmayan bir tanık normal tanıklık yapar; ancak eğer duruşmada çekinmeye karar verirse bazı sonuçlar doğar. Öncelikle, CMK 210/2 uyarınca duruşmada tanıklıktan çekinenin soruşturma aşamasındaki beyanı okunamaz. Dolayısıyla, tanık son anda çekindiğinde ödenecek tek zarar soruşturma tutanağının hükme esas alınamamasıdır. Öte yandan, tanıklık yapmaktan çekinme hakkı olup da bu hak hatırlatılmadan ifade alınırsa, Yargıtay’a göre bu beyan hukuken geçersizdir. Yani hakim, bu kişilerin beyanına aslında hukuken itibar edemez.

Sonuç olarak tanıklıktan çekinme hakkı kullanılmadığında beyan normal bir delil sayılır; hak hatırlatılmadıysa ifade hükme esas yapılamaz. Mevzuat, hak sahiplerinin bu hususu dinlemeye başlamadan önce sorulmasını ve tutanağa geçirilmesini emreder. Yargıtay da “Tanıklıktan çekinme hakkı bulunan kimsenin bu hakkı kendisine hatırlatılmadan dinlenilmesi halinde beyanlarının delil olarak değerlendirilmesi mümkün değildir” demiştir.

Emsal Kararlar ve Uygulamadaki Gelişmeler

Hem Anayasa Mahkemesi (AYM) hem Yargıtay, tanık delilinin değerlendirilmesinde önemli kararlara imza atmıştır. AYM’ye göre, tanık ifadelerinin mahkûmiyet nedeni yapılabilmesi için üç aşamalı bir sınama öngörülmüştür: tanığın duruşmaya getirilememesinin haklı gerekçesi, ifadenin tek veya belirleyici delil olup olmadığı ve savunma için alternatif güvenceler sağlanıp sağlanmadığı araştırılır. Gerçekleştirilen yakın tarihli bir incelemede, mahkeme “duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarının mahkûmiyet kararına götüren tek delil niteliğinde olduğu” saptanmış ve bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine hükmedilmiştir. Yani AYM, dosyanın esasını tanık ifadeleri oluşturuyorsa, tanıklar mahkeme huzuruna getirilmedikçe bu ifadeleri esas almanın uygun olmadığını bildirmiştir.

Yargıtay 4. CD’sinin 17.02.2016 tarih ve E. 2013/36021, K. 2016/2687 sayılı ilamında; tanığın sanıkla ya da mağdur ile arkadaş olmasının ya da akrabalık bağı bulunmasının beyanının subjektif olduğu anlamına gelmeyeceğini belirtilmiştir.

Bununla birlikte Yargıtay 4.CD’sinin 25.03.2015 tarih ve E. 2013/11145, K. 2015/25167 sayılı ilamında da, tanık ile sanık ya da mağdur arasında husumetin veya davanın varlığının, tanık beyanının tarafsızlığını etkileyebileceğini belirtmiştir.

Yargıtay’ın Ceza Genel Kurulu kararları da benzer noktalara dikkat çeker. Örneğin 2013 tarihli bir CGK kararında, katılan yakınlarından birinin soruşturma aşamasında beyanı alınırken CMK 45 hatırlatılmadığı için hükmün bozması gerektiği belirtilmiştir. Öte yandan Yargıtay, CMK 210’in “tanığın duruşmada dinlenme” kuralını sık sık hatırlatır. “Olayın tek görgü tanığının beyanına itibar edilmiyorsa gerekçesi gösterilmelidir” şeklindeki kararlar, yalnızca yazılı tutanaklarla yetinmeme zorunluluğunu vurgulamaktadır.

Akademik Görüş – “Ceza Muhakemesinde Tanık Beyanının Delil Olarak Değerlendirilmesi” (Dr. Metin KÖSE, 2019); Akraba veya yakın olmak, düşman olmak, kötü şöhret sahibi olmak ya da daha önceden yalan tanıklık suçundan mahkum edilmiş olmak, tanıklığa engel değildir. Muhakemede üçüncü kişi konumunda olan herkes tanık olabilir. Küçük çocuklar veya akıl hastaları da tanık olarak beyanda bulunabilir. Tanıklık için ehliyet şartı aranmaz. Yeter ki tanık, muhakeme konusu olayı algılama ve bununla ilgili bilgileri aktarabilme yeteneğine sahip olsun. Kantar, 1957, s.70; B. Öztürk ve M.R. Erdem (2008). Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku. Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 392; Toroslu ve Feyzioğlu, 2006, s.176; Yurtcan, 2004, s.440.

Bunların ötesinde, doğrudan doğruyalık ilkesi çerçevesinde de içtihatlar oluşmuştur. AYM, kararlarında(Örn; B. No: 2020/23093) “hakimin olayın aydınlatıldığı delillerle doğrudan temasa geçmesi”nin adil yargılanma açısından önemini belirtmiş; heyet değişikliği nedeniyle daha önce dinlenen tanıkları tekrar dinlememe durumunun ilk bakışta ihlal sayılmayabileceği, ancak savunmanın bu itirazlarının dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Yargıtay da kritik bir kararında, önemli bir tanığın dinlenmesinden sonra heyet değişmişse bu tanığın yeniden dinlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Aksi halde mahkemenin tanığın yalnızca tutanak üzerinden karar vermesi doğrudan doğruyalık ilkesine aykırıdır.

Sonuç olarak, tanık delili ceza yargılamasında değerli ama hassas bir unsurdur. Mahkeme, tanığın nesnel ve tarafsız bir biçimde dinlenmesini sağlamakla yükümlüdür. Soruşturma aşamasında alınan ifadelerin duruşmada aynen okunup hüküm altına alınamayacağı (210/2), tanıklıktan çekinme haklarına riayet edilmesi (CMK 45-48) ve doğrudan doğruyalık ilkesinin korunması (AYM kararları) güncel yargı denetiminin başat konuları olmuştur. Bunlara uyulduğu takdirde tanık delili, adil ve güvenilir bir şekilde değerlendirilmiş olur; aksi halde yargılamanın adilliği tehlikeye girer.

Kaynaklar: CMK hükümleri ve maddeleri (210, 217, 45-48); Yargıtay ve AYM kararları. 

https://onurkucukyetim.av.tr/